Doğuş Üniversitesi Sergileri
Özellikle son yıllarda Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin Hasanpaşa’daki Sanat Galerisinde önemli sergiler düzenlenmektedir. Halil Türker’in resimlerinden sonra şimdide Serap M. Eyrenci’nin yapıtlarını görme olanağı elde etmiş bulunmaktayız.
Son kez 2007 yılında AKM’de açtığı desen sergisinde Eyrenci’nin 1971-2007 yılları arasında yaptığı desenleri izleme şansımız olmuştu. Bu, geriye dönük (retrospektif) bir gösteriydi ve sanatçının özellikle çevresindeki insanlarla olan ilişkisi ve onlara bakış açısı yansıtılıyor gibiydi. Halâ anımsadığım kadarıyla da son yıllarda gördüğüm en etkin, en başarılı desen sergisiydi. Bu kez ise yağlıboya tablolarını da görebilmekteyiz. Hatta yağlıboyalar daha egemen bir izlenim bırakmaktadır.
1974 yılında İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisinden mezun olan ve kısa bir süre sonra da aynı kurumda akademisyen olarak çalışmaya başlayan Eyrenci halen Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesinde profesör olarak eğitim hizmetini de sürdürmektedir.
Sekizinci Kişisel Sergisinin yanı sıra çok sayıda da Yurtiçi ve dışı karma sergilere katılan sanatçı özellikle desenlerinde son derece tutarlı olarak aynı temayı farklı anlatımlarla izleyicilerine yansıtmaktadır: İnsanların bunca kalabalık içindeki yalnızlığı ve gittikçe artan ruhsal bunalımları…
Yağlıboya resimlerde de, ister portreler olsun, ister peyzajlar bu aşırı duygusallık, duyarlılık ve gariban dedirtecek yalnızlık ilk dikkati çeken temel anlatı olmaktadır kanımca. Örneğin; 114X146 cm. boyutunda, tuval üzerine yağlıboya ile yapılmış “Sarı Yorgan” adlı tabloda efkarlı bir deniz kıyısı kayalıkları kullanılmış arka fon olarak. Gök gürledi gürleyecek, yağmur yağdı yağacak… Ne in var, ne de cin… Böyle bir ortamda, sarı yorgan altında, mışıl mışıl uyuyabilen bir kadın… Elini eteğini dünyadan çekmiş gibi, kendini başka bir âlemin havasına yerleştirmiş gibi… Bu bir kaçış mı yoksa sığınma mı belli değil. Ama ufukta yer alan ağartı da bir ümidi, bir aydınlık günü imliyor olabilir.
“İp” adlı yapıt da 104X81 cm. boyutlarındaki tuval üzerine yağlıboya ile yapılmış başka bir resim. Göz alabildiğine bir ıssızlık içinde, bir boşluk ortasında in gibi, kovuk gibi bir sığınağa çöküvermişçesine oturan orta yaş üstü bir adamı betimlemektedir. Giysilerinden fakir bir köylü olduğu söylenebilir. Ama misyoner esvabını anımsatan kızıl üstlüğü ona hem bir ermişlik, bir kararlılık hem de meşakkat ve acı görüntüsü yüklüyor. Biri ak, diğeri kara iki kuş, büyük bir olasılıkla kargalar tepeden bakar gibiler. Adamcağız kuşları besliyor mu, yoksa kuşlar adama saldırmaya mı hazırlanıyorlar pek açık değil. Ama dikkatli bakıldığında, adamın yüzünde korku ya da ürkü olmadığı görülebiliyor. Kuşların biri dikkatini adama vermiş, diğeri ise gevşek gevşek sağa sola bakıyor. Buradan yorum değişiveriyor ve aralarında bir dostlu kurulduğu kestirilebiliyor. İnsanın insanla beceremediğini kuşlarla becerdiği düşleniveriyor.
Fakat, adamın iki eliyle tuttuğu ve tabloya da adına veren ip, seyircileri başka düşlere de götürüyor zorunlu olarak. İp ile ‘çile’ arasında bir bağ mı kurmalı? Yoksa adam ‘ip cambazlığına mı özenmekte? Belki de ip ‘intihar’ ile bağlantılanabilir. Bilemedim. Bilememek eseri daha gizemli kılıyor, iletisini yakalamak için daha şevklendiriyor.
130X161 cm. boyutunda tuval üzerine karışık teknikle yapılmış “Artık Özgürüm” adlı eserinde de Eyrenci, fosilleşmiş bir kayanın tepesinde, belki de tam ucunda, kollarını omuzları hizasında iki tarafa açmış bir adamı, flu bir adamı anlatıyor. Kayanın cansızlığına karşın iki tarafı yaşamı simgeleyen ağaçlarla, ağaççıklarla, çalı çırpıyla, kır çiçekleriyle donanmış. Adamın yüzü, sanki, gün doğumunun uçsuz bucaksız kızıllığına dönük. Adam ister atlamaya niyetli olsun, ister uçmaya her durumda da gittikçe silinerek, gittikçe doğaya karışarak bilinmeyen bir aleme doğru gidiyor gibi. Tablo karşısında ‘özgürlük’ ne ola ki düşüncelere dalmak içten bile değil. Teknolojiden mi kaçmalı, yoksa sosyal yaşamdan mı? Doğayla haşır neşir mi olmak gerekir?
“Çöplük Kraliçesi”, Yükseklik” ve diğer yapıtları insanların toplumdan kaçışlarını ya da soyutlanışlarını imleme bakımından aynı duyguları yaratıyor izleyicilerinde. Yağlıboyaların tümü iz bırakıcı. Kolay kolay akıldan çıkmıyor.
Desenleri ise daha önceden tanıdığım yapıtlar. Hepsi sağlam, usta işi… Bugün sık rastlanmayan bir beceriyi sergiliyor. Kanımca resim sanatının temeli, hangi akıma girerse girsin, hangi tekniği benimsemiş olursa olsun, desene dayanmaktadır. Desende başarı gösteremeyenin ilerlemesi söz konusu değildir. Sayın Serap M. Eyrenci bu alanda çoktan kendini kanıtlamış ve ayrıcalıklı yerini almıştır diyebilirim. İkinci özelliği ise belki de daha öğrenciliği sırasında atölye eğitiminden kaptığı hüzünlü insanlarıdır. Hepimizin çevresinde gördüğü ama pek çoğumuzun görmemezlikten geldiği belli bir insan tipi yağlıboyalarında olduğu gibi, desenlerinde de başat etkiyi yaratmaktadır. Bu sergi gerçekten görülmeye değer bir sergidir. Sanatçısının önünde saygı ile eğilirim.
Sıtkı M. ERİNÇ